Öğlen namazı için camiye biraz erken geldim. Hoca efendi sahabe hayatını anlatıyordu. Cemaat ise dinliyor, dinlemiyor gibiydi. Neden mi?
Cemaatin yarıdan fazlası yaz kursu öğrencileriydi. Hoca efendinin konuşmalarına dikkat etsem de anlamak için, nafile. Gürültü sohbetin sesini bastırıyordu. Hoca efendinin mikrofonla konuşması gürültüyü bastıramıyor, aksine sesler bir birine karıştıkça daha da anlaşılmaz kılıyordu. Neyse ki ezan okundu da namaza durduk.
Namaz sonunda çocuklar caminin ortasında kümeleşti. Hocamız da çocukların en önünde kendisi SÜBHANEKE'yi sesli okuyor, çocuklar da tekrar ediyordu. Güzel bir uygulama diye düşündüm. Medine'de, Mescidi Nebi'deki uygulama gibi. Keşke bütün cemaat için günde en az bir vakit böyle uygulama olsa. Fatiha'yı bile okuyanların çoğunda hatalar çıkar, sayın hocamız da bu hataları düzeltir diye düşünüyorum.
Caminin sütunlarının birine arkamı verip yaslanayım, hem de çocukların bu güzelliğini seyredeyim diye sütuna yaklaştığımda, sütunun dibinde oturan benim gibi zayıf, tıknaz biri yüzüme bakıp gülümseyerek
"MERHABA" dedi. Ben de,
-MERHABA" dedim.
Tanıştık, adını, nereli olduğunu, çalışıp çalışmadığını sordum.
-Bel fıtığım var. Lastik, karton topluyordum, belim rahatsız, çalışamıyorum" dedi. Sormaya devam ettim.
-Evli misin, çocukların var mı, çocukların okuyorlar mı" dedim,
-Üç çocuğum var, 2 yaşında kızım, 6 ve 10 yaşlarında oğullarım var. Biraz yardım etsen varsa" dedi.
-Kardeşim ben seni tanımıyorum, yardım etmek isterim ama sana nasıl inanayım. Seni tanımıyorum. Evini, çocuklarını görmedim. Gerçek mi söylüyorsun, yalan mı söylüyorsun ben ne bileyim" diye açık açık söyledim.
-Tamam abi, canın sağ olsun senin. Sen de haklısın ya" dedi. Ama benim içimde 'Ya doğru söylüyorsa, ya onu sana Allah rast getirdiyse' diye içim içimi yiyor.
Bu arada, abi, eşim müsait ise telefon edeyim, evimi, durumumuzu yerinde gör dedi. Eşini aradı, gidip evini yerinde gördük. Ev dediysem, bir apartmanın, zemin girişinde, iki tane küçük odalı, banyo tuvalet bir sığınak. Tam bir sığınmacı. Kaç lira dedim kirası, 800 lira dedi. Buzdolabının kapısını açtı, inanın bir tabakta, bayanlar bilir kısır yapmış kadıncağız. Buzdolabı bomboş gibi.
Küçücük çocuk annenin eline bakıyor.
-Diğer çocuklar nerde?" dedim,
-Onlar camideydi, hoca Kur'an okutuyordu" dedi. Cüz'i miktarda yardım edebildim ancak. Ama kira sorunu aileyi dışarı atılacak duruma getirmiş.
-Kiramı ödeyelim, başka bir şey istemem" diyor.
-Pazartesiye iş bulacağım. İnşaallah iş bulursam, işe başlayıp paranızı ödeyeceğim" dedi. Bir de ne dedi yolda evine bakmaya giderken,
-Abi sabah namazından sonra da öğlen namazından sonra da,
-Allah'ım, bana sevdiğin birini rast getir, zor durumdayım, biliyorsun sen" demiş. Ayrıca bana,
-Allah seni Mekke'ye, Kabe'ye nasip etsin" dedi.
Şahsen ben bu olayın hâlâ etkisindeyim. Bir, evimizdeki buzdolabı ve içindekiler, bir de yaşamaya, hayata tutunmaya çalışan bu kardeşimiz, kardeşlerimizin durumu.
Benim yanıma para istemeye gelmedi, ben onun çaresiz ve mütebessim halini görüp konuşmak istedim.
Bir, bunların oturduğu ev, baraka, bir de bizlerin oturduğu daireler. Elbetteki dairlerde oturmak hakkımız. Ama bu kardeşlerimizi de unutmamak gerek diyoruz.
Kardeşimiz, kardeşlerimiz diyorum, Allah AZZE ve CELLE,
BÜTÜN MÜ'MİNLER KARDEŞTİR' buyur muyor mu
-Allah'ım bizleri mü'min kardeşlerini görmemezlikten gelenlerden eyleme.
-Allah'ım bizlere güç kuvvet ver, ver ki seni sevenlerine de yardım edelim" diyoruz.
Ahmet AYDIN